Ana içeriğe atla

Her Şey Uçuyor


Mahallede, terk edilmiş deponun duvarına çok acayip resimler yapan; uzun boylu, siyah giyinmiş, seyrek sakallı genç, Âlim'in daha önce defalarca karşılaştığı fakat adını bilmediği biriydi. Resimlere, çizgilere, çizgilerdeki garip uyuma, renklere ve resmi yapan hem tanıdığı hem tanımadığı gence bakakaldı.


- Bunlar ne acayip resimler böyle?
- Resim değil, grafiti.
-Grafiti ne ki ve benim içimden geçirdiklerimi sen nasıl duyabildin ?
- İçinden geçenleri dışından söylersen herkes duyar ve cevap verebilir, dedi siyah giyimli, seyrek sakallı genç.

 Âlim içinden geçirdiklerinin başkası tarafından duyulmasından çok utandı ve hiçbir şey söylemeden hemen oradan uzaklaştı.Eve ulaştığında, utancından ve telaşından terlediğini fark etti. Zihninden grafiti kelimesini birkaç kez daha tekrar etti.
-Grafiti, grafiti nedir, bunun ne olduğunu araştırmam lazım deyip bilgisayarının başına geçti. Aklına takılanlara cevap bulmak için internete bakıyordu, herkes gibi Âlim de.

Grafiti, çoğunlukla kamusal bir alanda duvar ya da yüzeye çizilmiş, kazınmış veya püskürtülmüş yazı ve çizimler. Modern şehirlerde sokak duvarlarına sprey boyayla çizilen resimler grafitinin kapsamına girmektedir. Kimi çevrelerce bir sanat dalı olarak kabul edilirken, kimileri için grafiti başkalarının malına zarar vermek olarak görülmektedir.
Grafiti için bu bilgiler yazıyordu açtığı ilk sitede ve o zaman anladı resim değil grafiti sözlerini,seyrek sakallı genç adamın.Merakı biraz daha arttı. Görsellerden, çok değişik grafitilere bakıp şaşırdı, ne acayip şekiller, ne acayip hayaller acaba ben de yapabilir miyim diye düşündü. Daha fazla görsel ve video derken zamanın nasıl geçtiğini anlayamadı yine. Böyle zamanlarda aklına gelen babasının o değerli öğüdünü hatırladı ve tekrar etti:
       Her şeyin fazlası zarar. 
Araştırayım derken epey vakit kaybetmişti. Bilgisayar, tablet, telefon gibi vakit hırsızları ile  arası çok iyi olan bir çocuktu Âlim.

Bilgisayar oyunlarında oyunu kaybetmesine rağmen hiç vazgeçmiyordu, tekrar tekrar deniyordu. Değişik hamleler, değişik taktikler uyguluyor ve eninde sonunda başarıyor, bölümü tamamlıyor, bir sonraki aşamaya geçiyordu. Matematik problemleri çözerken neden bu kadar inatçı değildi?Neden değişik yöntem, taktik denemiyordu? Yapamadım deyip vazgeçiyordu? Matematik soruları çözmek oyunlardan daha zor da değildi. Bunu anladığından beri çözemediği soru neredeyse kalmamıştı, Âlim'in dersleriyle arası düzelmişti ve tabi ki anne babasıyla da.
Ertesi gün okula giderken terk edilmiş deponun duvarına çizilen grafitiyi görmek için yolunu biraz uzattı. Deponun duvarındaki grafiti tamamlanmıştı. Dünküne göre bayağı değişmiş, renklenmiş biraz da karmaşık hale gelmişti. Âlim grafitiyi ayrıntılı incelemek için biraz daha yaklaştı. Grafitinin içine gizlenmiş birkaç kelime dikkatini çekti. Kelimeleri birleştirerek tekrar etti.
Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.
                                                 (Kamer 49)
Ne demekti, ölçü?  Neden  ölçü? 
Grafitinin çizgilerine tekrar baktı, uyum ve eşitlik hissi veriyordu. Okul, okul vakti geçmek üzereydi. Hemen yola düşerse öğretmen zili çalmadan yetişebilirim diye düşünüp yürümeye başladı. Aklına takılmıştı yazı, zihninden birkaç kez tekrar etti: Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık. Neden ölçü, niye ölçü?
Okul dönüşünde yine deponun önünden geçip yeni bir şeyler olup olmadığına baktı. Herhangi bir değişiklik yoktu; seyrek sakallı, siyah giyimli genç yeni bir grafiti yapmamıştı.Dünkü grafitiye tekrar göz gezdirdi.  "Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık." cümleyi tekrar etti.  Eve geldiğinde aklında aynı cümle vardı. Ölçülü olmak, ölçüyle yaratmak gibi ifadelerin ne anlama geldiğini bulmak için bilgisayarının başına geçti. 
Her şeyin Allah Teâlâ tarafından bir ölçüye veya takdire göre yaratılmış olması, “her şeyin hikmetin gereklerine uygun biçimde, sağlam, belli bir düzen ve denge içinde yaratmasıdır, ifadelerini buldu. Birkaç defa okudu ama yine de tam anlayamadı.
Kafasında net bilgiler oluşmadı. Belirlenmiş ölçüler olmasa ne olur ki, diye içinden geçirdi. 
Uykuya dalmadan önce kendini deponun boş kalan duvarının önünde, elinde boyalarla hayal etti ve mutlu oldu.

                * * *      * * *       * * *
Yere düşmenin verdiği şok edici korkuyla uyandı.Yüzündeki ve vücudundaki ağrıyla gözlerini açtığında suratı halıya yapışmıştı. Kafası zonkluyordu, kulağında garip bir uğultu vardı ve bu ilk değildi. Daha önce de yataktan düşmüştü. Ne olduğunu anlaması çok uzun sürmedi. 
-Yatak mı küçük, ben mi yatmayı beceremiyorum, diye mırıldandı. Ne vardı sanki yerçekimi olmasaydı? Fena mı olurdu yataktan yan döndüğünde yere düşmese de boşlukta öylece havada asılı kalsaydı. Güzel olmaz mıydı? Her yere zıplaya hoplaya gitsek kötü mü olur, diye düşündü. 

Garip hayaller kurarken tekrardan uykuya daldı.
Uyandığında sabah olmuş, güneş çoktan doğmuş, yeryüzünü hem aydınlatmış hem de ısıtmıştı. İçinde garip bir his vardı, uykusu henüz açılmamış olmalıydı çünkü yorganı havada adeta yüzüyordu, kendi de yatakta yatıyor olmasına rağmen yatakla herhangi bir teması yoktu. Gözlerini kapattı, açtı ; tekrar kapatıp tekrar açtı fakat değişen bir şey yoktu.Kendi de dahil olmak üzere gördüğü her şey havada uçuşuyordu. 

Odanın içinde koltuklar, kitaplar, çoraplar, akşam bitirip çantasına koymadığı ödevleri, bilgisayarı, dedesinin bu yaz hediye ettiği küçük maketin parçaları, her şey ama her şey yerçekimsiz ortamda süzülüyordu.
Gözlerine inanamıyor, olanları anlamaya çalışıyor fakat anlamlandıramıyordu. Çok sevinmişti, kahkahalar atarak odanın içinde süzülmeye başladı. Çok nadir ayağı yere değiyor, sonra tekrar yükseliyordu. Hatta ayağıyla biraz fazla itince odanın tavanına çarpıyordu. Kendine göre uzun olan on üç yıllık yaşamında hiç bu kadar garip ve hiç bu kadar eğlenceli bir olayla karşılaşmamıştı. İşte, dedi. 
- Ölçü budur!
Odanın içinde sekiz on tur daha attı, sonra bir on, on beş tur daha derken havada süzülmenin ilk heyecanı kalmadı, eskisi kadar eğlenmediğini fark etti. Artık ayakları yere basmalıydı, üstünü başını değişip kahvaltı yapmalıydı. Önce okul kıyafetlerini bulması gerekiyordu.Normalde dün çıkardığı yerde bulabileceği kıyafetlerin yerinde yeller esiyordu. Odadaki her şey gibi onlar da yerçekiminin etkisini yitirmesiyle odanın değişik yerlerinde dolaşıyor olmalıydı.
Önce pantolonu buldu, güç bela pijamasını çıkarıp pantolonunu giydi. Çıkardığı pijamayı katlayıp koymak istedi ama bu imkansızdı. Çünkü giysi dolabı tavana yapışmış, kapağı açılmış, içindeki diğer giysiler de kaçmak için fırsat kolluyor gibiydi. Böyle bir durumda düzenli olmak mümkün değildi zaten. Bir şekilde okul kıyafetinin üstünü de buldu ve birkaç takladan sonra onu da giymeyi başardı. Odadan çıkmak için oraya buraya tutunarak oda kapısına ulaşmayı başardı. Kapıyı açtığında gördüğü manzara içerdeki gibiydi. Eşyalar havada asılı gibi süzülüyordu. En tuhaf olanı da annesinin tavana yapışmış vaziyette çabalıyor olmasıydı.Uçan balonu andırıyordu.
Her şey o kadar garipti ki, bu ortamda annesinin kahvaltı hazırlaması imkânsızdı. Mutfaktaki hiçbir eşya yerinde değildi. Tavaya koyulacak her malzeme havalanmaya başlıyordu. Kapağı kapatmak yetmiyordu çünkü kapak da, tava da tencere de, ocak da yerçekimsiz ortamda havalanıyordu. Masaya koyulan her tabak biraz sonra yola koyuluyordu ki bul bulabilirsen bu karmaşanın içinde.
 Âlim pencereden dışarı baktığında dışarıdaki durum da içerdekinden çok farklı değildi. Evin karşısındaki manav, tezgâhtaki karpuzlarını  yakalayıp sabit tutabilmek için çabalarken, kasap, elinden kaçırdığı sucukları uçan kediye kaptırmamak için mücadele ediyordu.
 Herkes, çaresiz olanları anlamaya çalışıyordu fakat kimsenin yapabilecek en ufak bir şeyi yoktu. Tek yapabildikleri etrafa saçılan eşyaların kendilerine çarpmasını engellemek ya da onları tutmaya çalışmaktı.
-Bu bir felaket, diye bağıran annesi yere yaklaşmayı az da olsa başarmıştı. Babası ve ablası yeni uyanmışlar çekimsizliğin ilk şaşkınlığını üzerlerinden atamamışlardı.
Âlim o anda grafitideki o ayetin ne dediğini anlamıştı.Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık. Ölçünün ne demek olduğunu ölçü kaçınca anlaşılmıştı fakat anlamak hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Tam bir karmaşa etrafta artarak çoğalıyor, uçan nesneler her geçen dakika artıyordu.
                                
Fen bilgisi öğretmeni Salim Bey'in sesindeki dalgalanmayla  Âlim kendi hayal dünyasından sınıfa dönmüştü.
Salim Hoca :
- İnsanlar da dahil tüm canlılar, yerçekimi kuvveti sayesinde kütleleri üzerinde durabilir ve yürüyebilirler. Yerçekimi kuvvetinde herhangi bir bozulma yaşanması durumunda; tüm dengeler de bozulur. Yerçekimi kuvvetinde bir azalma gerçekleşirse; Dünya yörüngesinden ayrılır, yıldızlar kayar ve canlılar da uzay boşluğuna dağılır.

 Yer çekimi kuvvetinde bir artış gerçekleşirse; Dünya Güneş'e yapışır, yıldızlar birbirleriyle çarpışır ve canlılar da yer kabuğunun içine girer.

Âlim içinden tekrar etti:

"Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık"                                                          (Kamer 49)



                           Yazan: Murat Turunç
                 Resimleyen: Yakup Mumcu

Yorumlar

  1. Ellerine sağlık üstadım

    YanıtlaSil
  2. Çok güzel bir çalışma olmuş.Yeni hikayeleri merakla bekliyoruz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hesap Kitap

                                            Kapıdan içeri girdiğinde gözleri bitmek bilmeyen kırmızı halının üzerindeydi. Ayaklarını yerde sürüyerek ilerlemeye başladı.  Karşısına çok iyi giyimli bir adam çıkıp da:  - Hoşgeldiniz efendim, diye durdurmasaydı halıyı zımparalamaya devam edecekti.  Adamı baştan aşağı süzdü. Boş bakışları yaklaşık yirmi saniye sürünce bu garip duruma daha fazla dayanamayan iyi giyimli adam hitabını yineledi: - Hoşgeldiniz efendim, buyrun şöyle oturun.  Bunu duyunca kendini çok önemli biriymiş gibi hissetti, sesini kalınlaştırarak:  - Hoşbuldum, hoşbuldum.  Eh, oturayım bari, dedi ve adamın gösterdiği yere yerleşti. Bir iki dakika sonra  kırmızı papyonlu başka bir adam geldi ve:  - Hoşgeldiniz, ne alırsınız? dedi. - Ne alayım? - Efendim lezzetli yemeklerimiz var. - O zaman çok açım, ...

Gök Genişliyor

Tophane sırtlarında o yüzyılın neredeyse en önemli  olaylarından biri yaşanıyordu. Civardaki  ahalinin uzun zamandır merakla beklediği, hakkında pek çok rivayetin dolaştığı kuleye benzeyen garip yapı, o gün devletin önemli paşalarının da katılımıyla büyük bir kalabalık eşliğinde hizmete açılıyordu. Bu, Osmanlı Devleti' nin ilk rasathanesi, bugünkü adıyla gözlemeviydi. Kalabalığın içindeki parlak kaftanlı, kızıl sakallı, her şeyi biliyormuş gibi duran adamın anlattıkları doğruysa bu bina, Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla yapılmış ve tam on bin altına mâl olmuştu.  Kalabalığın önünde duran, adının Takiyüddin olduğunu sonradan öğrendiği kısa boylu, hafif şişman, büyük kavuklu bu adam Osmanlı'nın en önemli astronomlarından biriydi ve binadaki gökyüzü gözlemlerini yürütecek on altı kişinin sorumlusuydu.   Takiyüddin sadece gökbilimci değildi aynı zamanda o devrin en önemli mühendis, matematikçi,...

Horoz Hikayesi

          BALIKÇI BARINAĞINDAKİ HOROZ   “Aaah, yine  bir balık. Bu balıklardan ne zaman kurtulacağım!” “Tabiki de hiçbir zaman. Buradan çıkamadığımız sürece bu balıklardan kurtulman imkansız.” Bu sesler deniz kenarındaki mavi brandayla kapatılmış balık kasalarının yanından geliyordu. Artık kesinlikle alışıldık bir durum olan bu söylenmelerin kaynağı yaklaşık dört yıl önce gizemli bir şekilde balıkçı barınağında bulunan Huysuz horozdu. Gri, ince ayaklarının üç beş santimetre yanında pullu, ıslak bir balık duruyordu. Ağlardan kaçmaya çalıştığı belliydi. Karnının yanından incecik, ip gibi kan damlaları süzülüyordu. Zavallı balık. Horoz, ayağının dibindeki yaralı balığı itti. Artık bunlardan bıkmıştı. Bir balıkçı barınağında yaşamak gerçekten zordu. Hele ki bir horoz için. Bir de o horoz Huysuz ise daha da kötü. Zavallı tavuklar bütün gün Huysuz’ un söylenmelerini dinliyordu. “Neden bir balıkçı barınağındayım? Beni balı...