Ana içeriğe atla

Gök Genişliyor


Tophane sırtlarında o yüzyılın neredeyse en önemli  olaylarından biri yaşanıyordu. Civardaki  ahalinin uzun zamandır merakla beklediği, hakkında pek çok rivayetin dolaştığı kuleye benzeyen garip yapı, o gün devletin önemli paşalarının da katılımıyla büyük bir kalabalık eşliğinde hizmete açılıyordu. Bu, Osmanlı Devleti' nin ilk rasathanesi, bugünkü adıyla gözlemeviydi.
Kalabalığın içindeki parlak kaftanlı, kızıl sakallı, her şeyi biliyormuş gibi duran adamın anlattıkları doğruysa bu bina, Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla yapılmış ve tam on bin altına mâl olmuştu. 
Kalabalığın önünde duran, adının Takiyüddin olduğunu sonradan öğrendiği kısa boylu, hafif şişman, büyük kavuklu bu adam Osmanlı'nın en önemli astronomlarından biriydi ve binadaki gökyüzü gözlemlerini yürütecek on altı kişinin sorumlusuydu.

 Takiyüddin sadece gökbilimci değildi aynı zamanda o devrin en önemli mühendis, matematikçi, mekanik bilimcilerinden de biriydi. Mekanik saatler, güneş saatleri, kaldıraçlar,  kuyulardan su çekmekte kullanılan çeşitli araç ve gereçleri tasarlamış bir mucitti. 
Avrupa sanayi devriminin temeli sayılan buhar kazan sistemini Avrupalı bilim insanlarından çok önce geliştirmiş ve kullanmıştı. Özellikle trigonometri alanında  oldukça önemli çalışmaları vardı. Devrini aşan bilimsel çalışmalarla Padişah III.Murad'ın maddi manevi desteklerini kazanarak 1571 yılında müneccimbaşı (baş astrolog) olarak atanmıştı. 

               *  *  *                        *  *  *

Kalabalığın içinde kısa boylu, kirli suratlı, fakir görünümlü oğlan çocuğunun tek amacı büyük kavuğu ile dikkat çeken rasatbaşı Takiyüddin'e ulaşmaktı. Kendine göre uzun ve yorucu bir yolculuğu başarabilirse amacına biraz daha yaklaşmış olacaktı. Zavallı rahmetli anacığının ondan isteğini yerine getirme imkânı bulabilecekti. O büyük kavuklu bina idarecisi gibi önemli bir adam olmayı her şeyden çok istiyordu. Ona ulaşabilirse soracak çok fazla sorusu vardı.
O gün, küçük oğlan çocuğu rasatbaşının yanına dahi yaklaşmaya fırsat bulamamıştı. Takiyüddin' e yaklaşması demek devletin paşalarının yanına yaklaşması demekti ve kapıkulları buna hiçbir şekilde izin vermezdi. Amacı olan, kafasına koyduğunu yapan birinin elinden ne kurtulur ki?
 O günden sonra neredeyse her gün rasathanenin önüne gelen kirli suratlı oğlan çocuğu sonunda Takiyüddin ile tanışmayı başarmış, hatta ufak tefek işler için ona yardımcı olmaya bile başlamıştı. Aradan geçen bir sene içinde her gün rasathanenin gözlem katında ya da kütüphanesinde Takiyüddin'in çalışmalarına katılmış, onun önemli yardımcılarından biri olmayı başarmıştı.

Bulutsuz yaz geceleri gözlem için kaçırılmayacak fırsatlardı. Ay gözlemleriyle birlikte diğer gezegenlere ilişkin gözlemler de yapan Takiyüddin, o gece yeni icat ettiği gözlem aracıyla gökyüzüne bakarken Zariyat suresindeki:

  "Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz." 

ayetini mırıldandığında küçük oğlan çocuğu merakla sordu:

- Ne yani gök genişliyor mu?

- Zariyat suresinde Allah Azze ve Celle bu şekilde buyurmakta, dedi. Kendi kendine mırıldanıyor gibi. 
Çocuk iyice meraklanmıştı:

-Gökyüzünün genişlediğini sen o aletlerden mi görüyorsun ? 

Takiyüddin:

-Bu gözlem aracıyla daha önce göremediğim gezegenleri ve gök cisimleri görmek nasip oldu. Evren düşündüğümden çok ama çok daha genişmiş, evlat dedi.

Rasatbaşının eski gözlem aletleriyle net göremediği ama aşağı yukarı tahminde bulunduğu bir durum daha vardı:
İstanbul'un üzerinden geçmekte olan kuyruklu yıldız. Yeni geliştirdiği gözlem aletleriyle bir ay boyunca kuyruklu yıldızı takip eden Takiyüddin ve ekibi bu gözlemle rasathanenin ilk bilimsel çalışmasını yapmış olacaklardı.

Sayfanın sonuna gelen Âlim, kitaptan gözlerini kaldırıp pencereden gökyüzüne baktı ve kitapta Takiyüddin'in gözlem yaparken okuduğu ayeti tekrar etti. 
"Göğü kudretimizle biz kurduk ve şüphesiz biz genişletmekteyiz." 
-Gökyüzü genişliyor mu ?

Kafasına takılan bu sorunun mutlaka bir cevabı olmalıydı.
Bu gerçek, günümüz gök bilimcileri tarafından araştırılmış olmalı diye düşünerek bilgisayarın başına geçti. 

Evrenin genişlediği sonucuna uzak gökadaların gözlemlenmesiyle ulaşılmıştır. Edwin Hubble 1929’da yaptığı gözlemler sonucunda, istisnasız her yöndeki uzak gök cisimlerinin Dünya’dan uzaklaştığını ve Dünya’ya olan mesafe arttıkça uzaklaşma hızının arttığını kanıtlamıştır. Spitzer uzay teleskobuyla yapılan son gözlemlere göre gerçek parlaklığı iyi bilinen Sefeid özel yıldızları dünyadan saniyede 74,3 kilometre hızla uzaklaşıyor.

Buna benzer pek çok bilimsel yazı ve araştırma daha okudu Âlim. Kur'an- ı Kerim'in yeni bir mucizesini daha keşfetmenin huzuru Âlim'in içini kaplamıştı.



 Yazan: Murat Turunç
 Resimleyen: Yakup Mumcu



















Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hesap Kitap

                                            Kapıdan içeri girdiğinde gözleri bitmek bilmeyen kırmızı halının üzerindeydi. Ayaklarını yerde sürüyerek ilerlemeye başladı.  Karşısına çok iyi giyimli bir adam çıkıp da:  - Hoşgeldiniz efendim, diye durdurmasaydı halıyı zımparalamaya devam edecekti.  Adamı baştan aşağı süzdü. Boş bakışları yaklaşık yirmi saniye sürünce bu garip duruma daha fazla dayanamayan iyi giyimli adam hitabını yineledi: - Hoşgeldiniz efendim, buyrun şöyle oturun.  Bunu duyunca kendini çok önemli biriymiş gibi hissetti, sesini kalınlaştırarak:  - Hoşbuldum, hoşbuldum.  Eh, oturayım bari, dedi ve adamın gösterdiği yere yerleşti. Bir iki dakika sonra  kırmızı papyonlu başka bir adam geldi ve:  - Hoşgeldiniz, ne alırsınız? dedi. - Ne alayım? - Efendim lezzetli yemeklerimiz var. - O zaman çok açım, ...

Horoz Hikayesi

          BALIKÇI BARINAĞINDAKİ HOROZ   “Aaah, yine  bir balık. Bu balıklardan ne zaman kurtulacağım!” “Tabiki de hiçbir zaman. Buradan çıkamadığımız sürece bu balıklardan kurtulman imkansız.” Bu sesler deniz kenarındaki mavi brandayla kapatılmış balık kasalarının yanından geliyordu. Artık kesinlikle alışıldık bir durum olan bu söylenmelerin kaynağı yaklaşık dört yıl önce gizemli bir şekilde balıkçı barınağında bulunan Huysuz horozdu. Gri, ince ayaklarının üç beş santimetre yanında pullu, ıslak bir balık duruyordu. Ağlardan kaçmaya çalıştığı belliydi. Karnının yanından incecik, ip gibi kan damlaları süzülüyordu. Zavallı balık. Horoz, ayağının dibindeki yaralı balığı itti. Artık bunlardan bıkmıştı. Bir balıkçı barınağında yaşamak gerçekten zordu. Hele ki bir horoz için. Bir de o horoz Huysuz ise daha da kötü. Zavallı tavuklar bütün gün Huysuz’ un söylenmelerini dinliyordu. “Neden bir balıkçı barınağındayım? Beni balı...