Ana içeriğe atla

Horoz Hikayesi


    


     BALIKÇI BARINAĞINDAKİ HOROZ

  “Aaah, yine  bir balık. Bu balıklardan ne zaman kurtulacağım!” “Tabiki de hiçbir zaman. Buradan çıkamadığımız sürece bu balıklardan kurtulman imkansız.” Bu sesler deniz kenarındaki mavi brandayla kapatılmış balık kasalarının yanından geliyordu. Artık kesinlikle alışıldık bir durum olan bu söylenmelerin kaynağı yaklaşık dört yıl önce gizemli bir şekilde balıkçı barınağında bulunan Huysuz horozdu. Gri, ince ayaklarının üç beş santimetre yanında pullu, ıslak bir balık duruyordu. Ağlardan kaçmaya çalıştığı belliydi. Karnının yanından incecik, ip gibi kan damlaları süzülüyordu. Zavallı balık. Horoz, ayağının dibindeki yaralı balığı itti. Artık bunlardan bıkmıştı. Bir balıkçı barınağında yaşamak gerçekten zordu. Hele ki bir horoz için. Bir de o horoz Huysuz ise daha da kötü. Zavallı tavuklar bütün gün Huysuz’ un söylenmelerini dinliyordu. “Neden bir balıkçı barınağındayım? Beni balık mı sanıyorlar? Hayır balığa benzer bir yanım da yok ki! Hiç bu kadar renkli ve bu kadar büyük bir balık olur mu? Söyleyin, olur mu” Artık bu söylenmelerden sıkılan tavuklardan biri çıkar; titrek, ince sesiyle: “Belki de sabahları öttüğündendir. Balığa çıkmak için erkenden uyandırıyorsun ya!” der. Ama hiçbiri Huysuz’ un susup pes etmesi için bir neden değildir: “O zaman çalar saat kullansınlar! Benim çalar saate benzer bir halim mi var! Horoz dediğin çiftlikte olur, kümeste olur hadi bilemedin bir evin bahçesinde olur. Balıkçı barınağında olmaz ki! Hangi şaşkın beni buraya getirdiyse onu bulacağım. Bulduğumda da ona kümesle balıkçı barınağının farkını öğreteceğim!”

 

                                    ***

 

       Gözlerini açmaya çalıştı. Yapamadı. Gerçekten zorlanıyordu. Kapadı, bir iki saniye bekledi. Tekrardan açtı. Bu defa çok zorlanmadı. Karanlık... Soğuk... Küçük ve sıkışık... Gerçekten buradan kurtulmayı istememesi için herhangi bir neden yoktu. İtti, içinde bulunduğu şeyi kırmaya çalıştı, çırpındı... Ama başaramadı. Yine denedi. Bu sefer daha güçlü.  Işık... İncecik sızan bir ışık... Heyecanlandı. Daha da güçlü çırpındı. Bu sefer gagasıyla da vurmaya başladı. Işık çoğaldı, beraberinde ses ve gürültü de getirdi. Bir sürü cıyaklama sesi. Meraklandı. Bu ses nereden geliyordu? 

 Işığa doğru baktı. Gözleri acıyordu. Yine de merak etti. Bakmaya devam etti. Ama göremedi. Delik çok küçüktü. Gagasını vurmaya devam etti. Yine baktı. Bu defa görebiliyordu. Bir sürü sarı, tüylü gagaları olan minik şey. Bakmaya devam etti. Tüylü canlıların arasından bazen beyaz şeyler görüyordu. Yanında da onlardan bir tane vardı. Birkaç saat bekledi. Acıktı. Hem de çok acıktı. İçeriye kendilerinden çok daha iri, beyaz kıyafetli bir varlık girdi. Kafalarına poşete benzeyen pembe şeyler takmışlardı. Peşinden biri daha geldi. O da aynıydı. Ama biraz daha kısa: “Yumurtadan çıkan civcivleri diğer odaya alalım” dedi ve odadan çıktı. Diğer varlık da peşinden gitti. Birkaç dakika sonra kısa olanı elinde bir el arabasıyla geri döndü. İçinde kasalar vardı. Sarı tüylü varlıkları kasaların içine koymaya başladı. Yavaş yavaş ilerliyordu. Onun olduğu sıraya gelince yanındaki sarı tüylü şeylerden iki tane daha aldıktan sonra kafasından tuttuğu gibi kasanın içine sıkıştırdı. Canı yanmıştı. Tüm gücüyle bağırdı: “Biraz dikkatli olsana! Canım acıdı. Ben senin kafandan tutup da bir kasaya koysam hoşuna gider mi? Hayır yani, kasa dolmuş görmüyor musun? Daha ne diye içine sıkıştırıyorsun!” İri   canlı da küçük civcivden farksızdı: “Bağırmasanıza ya! Özellikle de sen” derken ona baktı. “Biraz daha devam edersen hiç hoşuna gitmeyecek şeyler olacak.” Civciv iyice sinirlendi: “Neymiş o, neymiş. Yap da görelim!” “Seni uyarmıştım Huysuz.” Birkaç saniye ikisi de sessiz kaldı. “Ne o, yeni adını beğenmemiş gibi duruyorsun.” Civciv şaşırdı. Ne yani artık adı “Huysuz” mu olacaktı? “Hayır, hayır benim adım Huysuz olamaz. Bu ismi çabuk değiştir!”  İri canlı güldü: “Adının hakkını veriyorsun Huysuz” civciv iyice sinirlendi: “O zaman senin adın da...” dedi ve biraz bekledi. Ona ne isim vereceğine daha karar verememişti. Minik horozun sesizliğine şaşıran tuhaf canlı: “İlginç ilk defa söylenme...” sözünü tam bitirecekken içeriye ondan daha uzun olanı girdi: “Sen kiminle konuşuyorsun!” dedi. Sesi çok kalındı. Huysuz korktu. Tuhaf canlı da ondan farksız titrek sesiyle: “ Hiç, kendi kendime konuşuyorum.” dedi. Korkunç sesli canlı: “İyi, ama çabuk ol” dedi ve civcivleri inceleyerek odayı terk etti. Huysuz’ un isim veremediği tuhaf canlı kapı kapanır kapanmaz tek kelime etmeden adımlarını hızlandırıp geriye kalan civcivleri de kasaya sıkıştırdı. Ardından da aynı hızla el arabasını iterek odadan çıkıp başka bir odaya geldi ama geldikleri yer de eskisinden çok da farklı değildi. Huysuz bütün günün öfkesi ve yorgunluğuyla hemen uykuya dalıverdi.

***

  

   Ertesi gün sarı tüy toplarının bitmek bilmeyen büyük gürültüsüyle beraber gözlerini açtı. Adının hakkını verecek şekilde yine söylenmeye başladı. Bir de odadaki civcivlerin sayısının önceki güne göre artması onu daha da çok sinirlendirmişti: “Bağırmasanıza be, şurada uyumaya çalışıyorum! Biraz saygı gösterin.” Huysuz, kendi kendine söylenirken odaya iki kişi girdi. Bizimki heyecanlandı çünkü odaya giren iki kişiden birinin bir önceki gün adını veremediği tuhaf canlı olabildiğini düşündü. Ona daha söyleyecekleri vardı. Ancak konuşmaya başladıklarında bu düşüncesinden vazgeçti çünkü sesler hiç de tanıdık gelmiyordu. Tuhaf canlılar yine önceki gün yaptıkları gibi ellerindeki el arabasının içindeki kasalara civcivleri sıkıştırmaya başladı. Yalnız bu defa bütün civcivleri koymuyorlardı. Aralarından bazılarını seçip kendi kasalarına koyuyorlardı. Olanlara anlam vermeye çalışırken şişman olan yanına gelip Huysuz’u diğer civcivlere yaptığı gibi kasanın içine sıkıştırdı. Ne olduğunu hala anlayamıyordu. Huysuz’u kasaya koyan canlı, el arabası dolana kadar birkaç civciv daha sıkıştırıp kapıya yöneldi ve: “Bunları satış için kamyona götürüp geliyorum” diye gürledi. El arabasını hızlı adımlarla dışarıda duran kocaman makineye doğru itti. Huysuz, beklenmedik şekilde olanları sadece izlemekle kaldı ve tek kelime etmedi. Tuhaf canlı, dev makinenin arkasındaki küçük bir odaya benzeyen yerin kapağını açtı ve kasaları içine yerleştirdi. Yaklaşık yarım saat sonra beş altı tane daha kasayla geri döndü. Huysuz gerçekten sinirlenmeye başladı çünkü civcivler bir türlü susmak bilmiyordu. Hele ki yeni kasalar da gelince artık Huysuz’u kimse tutamazdı: “Yeter, bir sussanıza ya! Sessiz olun yoksa sonunuz çok kötü olur!” sarı canlılar olanlara anlam veremedi. Birkaç tanesi dışında ciyaklayan yoktu. Huysuz artık istediği gibi sessizliği sağlamıştı: “Off tamam, şimdi bizi satacaklarını söylediler ve kamyon denilen kocaman makineye yerleştirdiler. Ama satmak ne demek ve kamyon ne yapıyor! Bak hala bağırıyorlar. Bağırmasanıza, şurada bir şey düşünmeye çalışıyorum!” Huysuz söylenirken büyük bir gürültü geldi. Artık konuşan tek bir canlı kalmamıştı. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Sonrasında da sallanmaya başladı. Huysuz, şaşkınlıktan kıpırdayamadı. Diğer tüylüler de ondan farksızdı. En sonunda aklına gelen parlak bir fikirle beraber civcivleri itmeye başladı: “Off, çekilsenize ya, niye itip duruyorsunuz!” Bu kadar söylenmenin üzerine Huysuz, yandaki kasalardan birinin üzerine çıkmayı başardı ve gördüğü delikten dışarı baktı. Şimdi gerçekten çok şaşırmıştı çünkü o kocaman makine hareket ediyordu. Ne yani, onu bir yere mi götürüyorlardı! Buradan kesinlikle kurtulmalıydı. Düşünmeye başladı. Eğer o dışarıya baktığı delikten aşağıya atlayabilirse kaçabilirdi. Tekrardan söylenerek kasalardan birinin üstüne çıktı. Zıplamaya başladı. Yaklaşık on dakika boyunca zıpladı ama bu sürenin yarısı söylenmeyle geçti. Sonunda başardı ve o baktığı deliğin yanına çıktı. Sevinçle aşağı baktı ve zıpladı…

***

       Gözlerini zorla da olsa aralamayı başarmıştı. Her yer karanlıktı ve hiçbir şey gözükmüyordu. Olanlara anlam veremedi. Başını yerden kaldırmaya çalıştı. Ama denemesiyle birlikte tekrar yere düştü. Her tarafı acıyordu. Biraz söylendi ama ilk defa sesini kimse duyamadı. Kafasını tekrar kaldırmak istemiyordu, o başından başlayıp bütün bedenine yayılan acıyı tekrar hissetmek istemiyordu. Kendine gelmek için yattı. O an tek istediği o kocaman makineye dönmekti. Ama şimdi hem canı yanıyor hem üşüyor hem de çok korkuyordu… Sonunda cesaretini toplayabildi, şimdiki cesareti eskisinin yanında çok küçük kalsa da o kocaman makineyi ve geveze tüylüleri bulmaya yetecek kadardı. Yeniden kafasını kaldırdı. Birkaç adım attı ama güçlü bir ışık önünde belirdi. Yaklaştıkça yükselerek gelen sesi, sarı tüylülerin sesinden çok daha yüksek ve ürkütücüydü. Kendini kocaman yolun kenarına zor atabildi. Küçücük kalbinin yerinden çıkmaması için kısa, hızlı ama aralıksız nefesini yavaşlatmaya çalıştı. Buradan bir an önce kurtulmak istiyordu. Kafasını yeniden yere koydu. Soğuk asfalta ne kadar yaklaşırsa kendini o kadar güvende hissediyordu. Ama o ışıktan ya da daha büyük tehlikelerden korktuğundan güvenli bir yer bulmaya kararlıydı. Birkaç dakika daha yerinden kımıldamadı. Ardından doğruldu, derin bir nefes aldı ve arkasında ne olduğunu bilmeden, karanlığa doğru elinden geldiğince hızlı bir şekilde koşmaya başladı…

***

       Kendine gelmişti.Tek duyabildiği tiz bir sesti. O da,ona”Huysuz” diyen sinirli yaratık gibi konuşuyordu. Ama ne dediğini anlamadı, tek duyabildiği zihnini kaplayan uğultuydu. Gözlerini araladı. Hiç bu kadar kolay başaramamıştı bunu. Burası neresiydi, bilmiyordu. Ama ilk defa korkmuyordu. Burası karanlıktan ya da soğuk odalardan çok daha güven veriyordu minik horoza. Başını kaldırdı. Nerede olduğunu anlamak için buraya nasıl geldiğini hatırlamaya çalıştı. Tek hatırlayabildiği yakın zamanda başında duyduğu acıydı. Hala acıyor mu diye kontrol etmek için daha önce defalarca yaptığı gibi başını yavaşça kaldırdı. Yine biraz acıyordu ama daha önce hissettiğinin yanında görülmeyecek kadar azdı. Artık ayağa kalkıp nerede olduğunu anlama vakti gelmişti. Yavaşça hareketlendi. Üzerindeki kumaş parçasını yeni fark etmişti. Bu da neydi? Kendine zarar verecek birşeye benzemiyordu. İncelemeye başladı. İçine aklına sığmayacak kadar şeyi sığdırdığı üç günlük hayatında gördüğü en renkli şeydi bu. O şey her ne ise bir kenara atıp minik odayı gezmeye başladı. Korkmaması şaşırmasına engel değildi çünkü burası dev gibiydi. Burada dev gibi birinin yaşadığını anlamak Huysuz için çok da zor değildi. Birinin odaya yaklaştığını duymasa akşama kadar orada durup etrafı seyredebileceğine dair kendine güveni tamdı. İşte şimdi korkabilirdi. Hızlı adımlarla saklanabilecek bir yer aramaya başladı. Gerçi bunu yapmak çok da zor değildi çünkü neyin arkasına saklansa görünmeyecekti. Sonunda bir yer seçip saklanmayı başarmıştı. Gözlerini kapattı, bu onu güvende hissettiriyordu. Her ne kadar karanlık ona farklı ve korkunç şeyler hatırlatsa da... İçeri giren buraya gelene kadar gördüğü bütün iri yaratıklar gibiydi. Ama bu onlardan daha küçük. Uyanırken duyduğu sesler ondan geliyor olmalıydı, tiz bir ses... Odanın içinde küçük, sakin adımlarla ilerlemeye başlamıştı: “Minik civciv, neredesin bakayım! Bak sana ne getirdim, bulgur. Babam civcivlerin bulgur sevdiğini söyledi. Bak, çok lezzetli. Hadi gel de ye!” Tiz sesli canlı birkaç dakika boyunca benzer şeyler söyleyip odanın içinde dolaştı. Huysuz ise sadece saklandığı yerde gözleri kapalı, sessizce bekledi. Odanın içinde attığı turların sonunda civcivi bulamayan minik canlı pes etti: “Off tamam, ben gidiyorum. Ama bu bu yemeğini buraya bırakıyorum. Eğer buradaysan gelip ye tamam mı?” dedi ve sakin adımlarla odadan ayrıldı. Huysuz gözlerini açtı, saklandığı yerden başını uzattı ve sakin adımlarla küçük canlının bıraktığı içi bulgur dolu tabağa yaklaştı. Çok acıkmıştı, o karanlık ve sıkışık şeyin içinden çıktığından beri hiçbir şey yememişti. Tabağın yanına yaklaştığında etrafına yeniden baktı ve güvende olduğuna kendini ikna edebildiğinde bulgur tanelerini yavaşça süpürmeye başladı. Gerçekten lezzetliydiler. Tabağın yarısını yemişken kapı aralandı. Huysuz, bunu duydu ama iştahla yemeye devam etti. Artık kendini gerçekten de güvende hissediyordu. Küçük canlı yavaşça içeri girdi. Korkutmamak için temkinli adımlarla minik civcivin yanına yaklaştı. Huysuz kaçıp kaçmamak konusunda tereddüt etti ama karnını doyuran ve güvende hissettiren küçük bir canlıdan kaçmak istemedi. Düşünceli minik yaratık yavru horozun yanına yaklaştı ve yanına oturdu. Birkaç saniye onu izledi, Huysuz da iştahla yemeğini yemeye devam etti ve küçük canlının ağzından sadece şu kelimeler döküldü: “Aah minik civciv, ne işin var ki bir balıkçı barınağında”...

                    Yazan: Begüm Berra Turunç 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hesap Kitap

                                            Kapıdan içeri girdiğinde gözleri bitmek bilmeyen kırmızı halının üzerindeydi. Ayaklarını yerde sürüyerek ilerlemeye başladı.  Karşısına çok iyi giyimli bir adam çıkıp da:  - Hoşgeldiniz efendim, diye durdurmasaydı halıyı zımparalamaya devam edecekti.  Adamı baştan aşağı süzdü. Boş bakışları yaklaşık yirmi saniye sürünce bu garip duruma daha fazla dayanamayan iyi giyimli adam hitabını yineledi: - Hoşgeldiniz efendim, buyrun şöyle oturun.  Bunu duyunca kendini çok önemli biriymiş gibi hissetti, sesini kalınlaştırarak:  - Hoşbuldum, hoşbuldum.  Eh, oturayım bari, dedi ve adamın gösterdiği yere yerleşti. Bir iki dakika sonra  kırmızı papyonlu başka bir adam geldi ve:  - Hoşgeldiniz, ne alırsınız? dedi. - Ne alayım? - Efendim lezzetli yemeklerimiz var. - O zaman çok açım, ...

Gök Genişliyor

Tophane sırtlarında o yüzyılın neredeyse en önemli  olaylarından biri yaşanıyordu. Civardaki  ahalinin uzun zamandır merakla beklediği, hakkında pek çok rivayetin dolaştığı kuleye benzeyen garip yapı, o gün devletin önemli paşalarının da katılımıyla büyük bir kalabalık eşliğinde hizmete açılıyordu. Bu, Osmanlı Devleti' nin ilk rasathanesi, bugünkü adıyla gözlemeviydi. Kalabalığın içindeki parlak kaftanlı, kızıl sakallı, her şeyi biliyormuş gibi duran adamın anlattıkları doğruysa bu bina, Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla yapılmış ve tam on bin altına mâl olmuştu.  Kalabalığın önünde duran, adının Takiyüddin olduğunu sonradan öğrendiği kısa boylu, hafif şişman, büyük kavuklu bu adam Osmanlı'nın en önemli astronomlarından biriydi ve binadaki gökyüzü gözlemlerini yürütecek on altı kişinin sorumlusuydu.   Takiyüddin sadece gökbilimci değildi aynı zamanda o devrin en önemli mühendis, matematikçi,...