Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Tırtılın Mucizesi

Dünya’ya minik  gelmiş, o tırtılın adı da Yaprak’mış. Yaprak çok tatlı ve şirin bir tırtılmış, açık ve parlak tonlu çok güzel bir yeşil renge ve kırmızı beneklere  sahipmiş. Bir gün kırlarda dolaşırken kocaman bir dut ağacı görmüş sonra ona tırmanmaya karar vermiş ve hızla ağaca tırmanmış.  Fakat ağacın başında çok yorulmuş. Sonra bir tırtıl daha görmüş . Ona sormuş:  - Sen kimsin?      - Asıl sen kimsin? - Ben Yaprak, peki ya sen kimsin? - Ben de Tari memnun oldum. - Burada ne arıyorsun? - Ben koza örüyorum. - Koza ne demek ki? - Aaa, kozayı bilmiyor musun? - Evet bilmiyorum. - O zaman sana anlatayım. - Evet anlatsana. - Sessiz olursan anlatacağım. - Tamam tamam. - Biz tırtıllar koza örüp kelebeğe dönüşüyoruz. - Yani sihir gibi mi? - Aynen öyle. - Vaaay! - Hadi gel koza örelim. - Tamam, amaa... - Ney ama? - Ben koza örmeyi bilmiyorum ki. - Merak etme ben sana öğretirim. - Hadi o zaman öğret! Tari Yaprak’ a koza örmeyi öğret...

Karışmaz

Mavi en sevdiğim renk ve en çok da denize yakışıyor, deyip yattığı yerden doğruldu, gözlerini denizin üzerinde bir şeyler arıyor gibi gezdirerek. Yanında hâlâ yatan Mustafa mırıldanan bir kedi gibi, dili ile dişi arasında gökyüzünün mavisi daha güzel bence, dedi. Sonra doğruldu ve hem biliyor musun denizin rengi yoktur, dedi. Boğazını temizleyip daha yüksek bir sesle.  -Mavi denize yakışıyor diyorum, sen denizin rengi yok deyip beni yalanlamaya mı uğraşıyorsun ?  Mustafa şaşırdı: - Niye yalanlamış olayım ki sadece suyun renksiz olmasına rağmen denizin mavi görünmesinin garip bir durum olduğunu anlatmaya çalıştım o kadar. Biraz durdu, saçlarının arasına parmaklarını geçirip kaşımaya başladı. Ne zaman kafası karışsa saçlarını böyle kaşırdı. Nasıl göründüğü hakkında bilgi sahibi değildi sanki çünkü bu haliyle çok komik görünüyordu. Evet, dedi. Su renksiz ama deniz mavi , bazen de yeşil gibi . Daha ilginç bir şey daha söyleyeyim mi, dedi Mustafa. Fikrinin kabul görmesi...

Gök Genişliyor

Tophane sırtlarında o yüzyılın neredeyse en önemli  olaylarından biri yaşanıyordu. Civardaki  ahalinin uzun zamandır merakla beklediği, hakkında pek çok rivayetin dolaştığı kuleye benzeyen garip yapı, o gün devletin önemli paşalarının da katılımıyla büyük bir kalabalık eşliğinde hizmete açılıyordu. Bu, Osmanlı Devleti' nin ilk rasathanesi, bugünkü adıyla gözlemeviydi. Kalabalığın içindeki parlak kaftanlı, kızıl sakallı, her şeyi biliyormuş gibi duran adamın anlattıkları doğruysa bu bina, Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla yapılmış ve tam on bin altına mâl olmuştu.  Kalabalığın önünde duran, adının Takiyüddin olduğunu sonradan öğrendiği kısa boylu, hafif şişman, büyük kavuklu bu adam Osmanlı'nın en önemli astronomlarından biriydi ve binadaki gökyüzü gözlemlerini yürütecek on altı kişinin sorumlusuydu.   Takiyüddin sadece gökbilimci değildi aynı zamanda o devrin en önemli mühendis, matematikçi,...

Her Şey Uçuyor

Mahallede, terk edilmiş deponun duvarına çok acayip resimler yapan; uzun boylu, siyah giyinmiş, seyrek sakallı genç, Âlim'in daha önce defalarca karşılaştığı fakat adını bilmediği biriydi. Resimlere, çizgilere, çizgilerdeki garip uyuma, renklere ve resmi yapan hem tanıdığı hem tanımadığı gence bakakaldı. - Bunlar ne acayip resimler böyle? - Resim değil, grafiti. -Grafiti ne ki ve benim içimden geçirdiklerimi sen nasıl duyabildin ? - İçinden geçenleri dışından söylersen herkes duyar ve cevap verebilir, dedi siyah giyimli, seyrek sakallı genç.  Âlim içinden geçirdiklerinin başkası tarafından duyulmasından çok utandı ve hiçbir şey söylemeden hemen oradan uzaklaştı.Eve ulaştığında, utancından ve telaşından terlediğini fark etti. Zihninden grafiti kelimesini birkaç kez daha tekrar etti. -Grafiti, grafiti nedir, bunun ne olduğunu araştırmam lazım deyip bilgisayarının başına geçti. Aklına takılanlara cevap bulmak için internete bakıyordu, herkes gibi Âl...