Ana içeriğe atla

Tırtılın Mucizesi


Dünya’ya minik gelmiş, o tırtılın adı da Yaprak’mış. Yaprak çok tatlı ve şirin bir tırtılmış, açık ve parlak tonlu çok güzel bir yeşil renge ve kırmızı beneklere  sahipmiş.



Bir gün kırlarda dolaşırken kocaman bir dut ağacı görmüş sonra ona tırmanmaya karar vermiş ve hızla ağaca tırmanmış. 
Fakat ağacın başında çok yorulmuş. Sonra bir tırtıl daha görmüş .

Ona sormuş:
 - Sen kimsin?     
- Asıl sen kimsin?
- Ben Yaprak, peki ya sen kimsin?
- Ben de Tari memnun oldum.
- Burada ne arıyorsun?
- Ben koza örüyorum.
- Koza ne demek ki?
- Aaa, kozayı bilmiyor musun?
- Evet bilmiyorum.
- O zaman sana anlatayım.
- Evet anlatsana.
- Sessiz olursan anlatacağım.
- Tamam tamam.
- Biz tırtıllar koza örüp kelebeğe dönüşüyoruz.
- Yani sihir gibi mi?
- Aynen öyle.
- Vaaay!
- Hadi gel koza örelim.
- Tamam, amaa...
- Ney ama?
- Ben koza örmeyi bilmiyorum ki.
- Merak etme ben sana öğretirim.
- Hadi o zaman öğret!
Tari Yaprak’ a koza örmeyi öğretmiş. Birlikte koza örmeye başlamışlar. İkisi de kozalarını bitirmiş. Birbirlerine görüşürüz demişler ve derin bir uykuya dalmışlar. 

Günler geçmiş. Tari ve Yaprak kozalarından çıkmış. İkisi de birbirlerini gördüğü için çok sevinmiş. Tari turuncu ve siyah bir kelebekmiş. Yaprak ise mavi ve siyah bir kelebekmiş. Sonra bir kelebek daha görmüşler. O kelebek de siyah ve beyazmış. Onunla arkadaş olmak istemişler.  O da aralarına katılmış. Tari ve Yaprak çok sevinmiş. Adını öğrenmek istemişler.
Beyaz kelebek:
-Benim adım Tintin demiş. Peki sizin adınız ne?
Yaprak:
-Benim adım da Yaprak demiş.
-Benim adım da Tari.
-Tanıştığıma memnun oldum Tari ve Yaprak.
Tari ve Yaprak aynı anda:
-Biz de demişler.
-Siz yenisiniz galiba?
-Evet,kozadan çıkalı fazla olmadı.
-Biz yeniyiz.
-Hım o zaman beraber uçalım mı?
-Olur!
Yaprak,Tari ve Tintin beraber oynaya oynaya uçmaya başlamışlar.Sonrasında Tintin onları tam önemli bir şey için uyaracakken uyaracağı şey başlarına gelmiş.
Tintin bağırmış:
-Çocuklar!Dikkat edin.
Tari ve Yaprak  ne olduğunu anlamamış.Sonra bir serçe Yaprak’ı aldığı gibi yuvasına götürmüş.


Tari tam peşinden gidecekken, Tintin:
-Tari tek başına gitmen çok tehlikeli, demiş.
Tari:
-Sen iyi misin Tintin? Az önce bir serçe Yaprak’ı pençelerinin arasına alıp yuvasına götürdü.
Tintin:
-Tari ben iyiyim, diyorum ki başka kelebekleri çağırıp gitsek daha iyi olmaz mı?
Tari biraz düşündükten sonra Tintin’den özür diledi ve işe koyuldular .Kelebekleri topladıktan sonra serçenin yuvasına gittiler.Gittiklerinde serçe yuvasına henüz yeni gelmişti.
 Tari : 
-Heey çabuk pençelerini arkadaşımdan çek, diye bağırdı.
Serçe önce şaşırdı ve küçümseyerek:
-Ben sizden mi korkacağım, hepinizi bir hamlemle pençeme takabilirim,dedi.
Tari:
-Evet  bizden korkmuyor olabilirsin ama unutma ki biz de senden korkmuyoruz demiş.
Sonra hepsi birden serçeye doğru uçmaya başlamışlar. Serçe kelebeklere doğru gidecekken arkalarından çığlığa benzeyen bir ses geldi. Hepsi birden şaşırdı. Kelebeklerin arkasından siyah,kocaman bir gölge belirdi. Serçe kafasını kaldırdığında kartalla göz göze geldi. Korkudan ne yapacağının şaşırmış bir şekilde Yaprak’ı bırakıp geri çekildi. Yaprak hemen arkadaşlarının yanına gitmek istese de bunu başaramadı çünkü kanadı yaralanmıştı. Yaprak dengesini kaybederek yuvadan aşağı düştü. Arkadaşları korkudan donakalmışlardı.O anda kartal büyük bir hızla Yaprak’ın düştüğü yere doğru dalışa geçti. Yaprak’ı sırtına alıp yükseldi. 
   Birkaç gün sonra Yaprak iyileşmiş ve uçmayı başarmış.
Tari’nin aklına takılan bir şey vardı: Kartal bu durumdan nasıl haberdar oldu? 
Günlerden bir gün, kartalın yuvada olmadığı bir zamanda kuzgunlar gelip kartalın yumurtasını gagalamaya başlamışlar. Kuzgunlar yumurtayı parçalamak için uğraşırken bunu gören kelebeklerden biri hemen gidip kartala haber vermiş ve yumurtayı kurtarmış. Kelebeklerin bu yardımını kartal hiç unutmamış. O gün kartal yuvasına yemek taşırken kelebeklerin telaşını fark etmiş.Neler oluyor diye bakmak için yolunu değiştirip kelebeklerin yanına doğru biraz yaklaşmış. Serçeyi, ona yardım eden kelebeği ve arkadaşlarını görünce  kelebeklere yardım etmiş. Yaprak ve arkadaşları kartala çok teşekkür ettiler.  Aynı zamanda hiçbir iyiliğin karşılıksız kalmadığını da anlamışlar. Ve o günden sonra beraberliğin önemini  çok iyi kavradılar. Ne demişler “Bir elin nesi var iki elin sesi var”. Kelebekleri küçümseyen serçe de kendinden daha güçlü olan kartala yenilince kimseyi küçümsememesi gerektiğini  öğrenmiş.                                 
                              
                               Yazan ve Resimleyen            
                               BİLGE SENA TURUNÇ
                                                                   

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Hesap Kitap

                                            Kapıdan içeri girdiğinde gözleri bitmek bilmeyen kırmızı halının üzerindeydi. Ayaklarını yerde sürüyerek ilerlemeye başladı.  Karşısına çok iyi giyimli bir adam çıkıp da:  - Hoşgeldiniz efendim, diye durdurmasaydı halıyı zımparalamaya devam edecekti.  Adamı baştan aşağı süzdü. Boş bakışları yaklaşık yirmi saniye sürünce bu garip duruma daha fazla dayanamayan iyi giyimli adam hitabını yineledi: - Hoşgeldiniz efendim, buyrun şöyle oturun.  Bunu duyunca kendini çok önemli biriymiş gibi hissetti, sesini kalınlaştırarak:  - Hoşbuldum, hoşbuldum.  Eh, oturayım bari, dedi ve adamın gösterdiği yere yerleşti. Bir iki dakika sonra  kırmızı papyonlu başka bir adam geldi ve:  - Hoşgeldiniz, ne alırsınız? dedi. - Ne alayım? - Efendim lezzetli yemeklerimiz var. - O zaman çok açım, ...

Gök Genişliyor

Tophane sırtlarında o yüzyılın neredeyse en önemli  olaylarından biri yaşanıyordu. Civardaki  ahalinin uzun zamandır merakla beklediği, hakkında pek çok rivayetin dolaştığı kuleye benzeyen garip yapı, o gün devletin önemli paşalarının da katılımıyla büyük bir kalabalık eşliğinde hizmete açılıyordu. Bu, Osmanlı Devleti' nin ilk rasathanesi, bugünkü adıyla gözlemeviydi. Kalabalığın içindeki parlak kaftanlı, kızıl sakallı, her şeyi biliyormuş gibi duran adamın anlattıkları doğruysa bu bina, Hoca Saadettin ve Sokullu Mehmet Paşa'nın desteği ve padişah III. Murat'ın fermanıyla yapılmış ve tam on bin altına mâl olmuştu.  Kalabalığın önünde duran, adının Takiyüddin olduğunu sonradan öğrendiği kısa boylu, hafif şişman, büyük kavuklu bu adam Osmanlı'nın en önemli astronomlarından biriydi ve binadaki gökyüzü gözlemlerini yürütecek on altı kişinin sorumlusuydu.   Takiyüddin sadece gökbilimci değildi aynı zamanda o devrin en önemli mühendis, matematikçi,...

Horoz Hikayesi

          BALIKÇI BARINAĞINDAKİ HOROZ   “Aaah, yine  bir balık. Bu balıklardan ne zaman kurtulacağım!” “Tabiki de hiçbir zaman. Buradan çıkamadığımız sürece bu balıklardan kurtulman imkansız.” Bu sesler deniz kenarındaki mavi brandayla kapatılmış balık kasalarının yanından geliyordu. Artık kesinlikle alışıldık bir durum olan bu söylenmelerin kaynağı yaklaşık dört yıl önce gizemli bir şekilde balıkçı barınağında bulunan Huysuz horozdu. Gri, ince ayaklarının üç beş santimetre yanında pullu, ıslak bir balık duruyordu. Ağlardan kaçmaya çalıştığı belliydi. Karnının yanından incecik, ip gibi kan damlaları süzülüyordu. Zavallı balık. Horoz, ayağının dibindeki yaralı balığı itti. Artık bunlardan bıkmıştı. Bir balıkçı barınağında yaşamak gerçekten zordu. Hele ki bir horoz için. Bir de o horoz Huysuz ise daha da kötü. Zavallı tavuklar bütün gün Huysuz’ un söylenmelerini dinliyordu. “Neden bir balıkçı barınağındayım? Beni balı...